Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

GEREKLİLİK HALİ... SÜREKLİ VURGULANAN ŞU "GEREKLİLİK"...

Başbakan; "Gereken yasal düzenleme neyi gerektiriyorsa yapılır". Grup başkan vekili; 'Gerekirse yasa çıkartırız'. Başbakan Yardımcısı; "Yasal düzenlemeler gerektiği şekilde yapılır". Bu ve buna benzer ifadeler o kadar çok telaffuz edildi ve hala edilmekte ki... Gerçekten de siyasi iktidar şimdiye değin "gereken" düzenlemeleri torba yasalar ile, yönetmelik değişiklikleri ile, kanun hükmünde kararnameler ile hep yaptı. Oysa gerçek demokrasilerde "gereken düzenleme" ihtiyacı; 1. Halkın çıkarları için meclisin topyekün yasama işini yapması şeklinde ortaya çıkar. 2. Ve daha da önemlisi gerçek demokrasilerde ikide bir bu ihtiyaç ortaya çıkmaz.   Bu tür anlayış ve davranışlar bir süre sonra öyle bir hale gelir ki; "işi kılıfına uydurmak" diye tanımlanabilecek şekilde "işi hukukuna uydurmayı" amaçlayan bir hal alır. Türkiye'de 1980 den sonra başlayan ve hızla gelişen güya DEMOKRASİve DEMOKRATİKLEŞME adına bell

BİSİKLET 2

Resim
İlk çocukluk dönemlerinin tutkulu rüyası.. Son çocukluk dönemlerinin yeryüzünde sahip olunması gereken biricik nesnesi...  Erinlik dönemlerinin olmazsa olmaz yaşam parçası..  Ergenliğin ise en değerli aksesuarı...  Ve sonraları dah a, daha sonraları giderek unutulan, balkonlarda, depolarda paslanmaya ve çürümeye terk edilen o muhteşem oyuncak... Muhteşem araç... Muhteşem arkadaş... Bisiklet sevmek aynı zamanda hayatı da sevmektir. Çünkü yaşamı ve yaşamayı sevmeyen birisinin bisikleti sevmesi neredeyse olası değildir. Aynı zamanda bisiklet, tüm dünya insanlarının evrensel duygu birlikteliğini sağladığı yegane insan buluşlarından birisidir. Bir anlamda insanın kendisi ile, bir başkası ile ve de en önemlisi, doğa ile barış içinde yaşıyor oluşunun göstergesidir bisiklet. Bisiklet insancıldır. İnsanın kendisine, bir başkasına, hayvanlara ve doğaya zarar vermeden kullandığı tek araçtır. Bu anlamda da insanoğlunun en hümanist icadıdır bisiklet. Öyle vefalı bir araçtır ki; İnsan onu terk

Hatırlayarak Büyümek; Hesaplaşmalar Filminden Bir Replik Üzerine...

Hesaplaşmalar filminde aklımda kaldığınca şöyle bir replik vardı; "Çocukken bize hep hatırla dediler. Oysa yaşa demeleri gerekirdi"... Ve bizler, orta ve alt sınıf insanları aynen filmde söylendiği gibi, "hatırlamak" ve "unutmamak" üzerine kurulu  bir yaşam sistematiği ile büyütüldük... Ve ne gariptir ki; bugün bir çok şeyin farkında olmamıza karşın bizler çocuklarımızdan hala aynı şekilde "hatırlayarak" büyümelerini istiyoruz... Acıyı, ikinci sınıf insan olmayı, yoksunluğu veya sözüm ona kader diye tanımlanan egemenlerin ahlak düzenini kabullenerek büyümelerini istiyoruz çocuklarımızdan... Peki nasıl değiştireceğiz o halde bu yaşamı?... Hep "Hatırlayarak mı? Yoksa inadına sadece yaşayarak mı? Unutmayalım; Hatırlayarak yaşamak muhtemelen acılar ile yaşamaktır... Daha kötüsü sürekli tetikte ve yorgun yaşamaktır. Buna kimsenin hakkı yok... Bizim de...

SEÇİMLE GELEN SEÇİMLE GİTMELİ, EVET DE...

SEÇİMLE GELEN, SEÇİMLE GİTSİN... EVET DE; DEMOKRASİLERDE SANDIK ÖNCESİ SÜREÇ SANDIKTAN DAHA ÖNEMLİDİR "Seçimle gelen seçimle gitmeliymiş, demokrasinin gereği buymuş"... Tamam... Ama seçimle gelenin seçimle gönderilmesi için kitlesel eylemler de muhalif toplumun seçim hazırlığı olarak değerlendirilmeli o zaman... İşte DEMOKRASİ dediğinde budur zaten...  İktidarın seçimle gitmemek için elinde bulu ndurduğu olanaklar DEVLET olanaklarıdır ki; baş etmek kolay değildir. Üstelik satın alınmış, satın alınması sağlanmış bir medya ve inanılmaz palazlandırılmış bir sermaye grubu yanında dini argümanlar seçim malzemesi olarak kullanan ayrıcalıklı güç ve olanaklar sahibi olan iktidar ile "iktidar" mücadelesinin neresi DEMOKRATİK BİR MÜCADELE OLABİLİR? Muhalif topluma sunulan tek olanağın seçim sandığı olması seçim sandığını kutsallaştırmaz, onu demokrasinin en önemli aracı kılmaz.... Seçim sandığı Demokrasinin ve demokratik rejimin bazen göstermelik olabildiği aldatıcı bir argüm

GEZİ EYLEMLERİNDEN SIKILAN ARKADAŞ’A MEKTUP,

Merhaba sevgili E....T.... Geçenlerde sosyal medyada bir paylaşımından “bi durun, bi durun” diye başlayan ve canını çok sıkan iktidarı protesto edenlere veryansın ettiğin yazını okumuştum… İşte o yazına ithafen sana ve senin gibi düşünenlere yazıyorum. Umarım okursun… Bak sana ne diyeceğim; Her gün aynı yüzü sabah öğle akşam tüm televizyon kanallarında görmüş olmaktan sıkılmıyorsun, ama akşam üstleri toplanan kalabalık canını sıkıyor öyle mi? Anımsar mısın bilmem, bir hayli zaman önceydi, yine feysbukta "10 yıldır maaşım artmadı, benim yaptığım işin yarısını yapmayan adam benden fazla maaş alıyor" diye ağlayarak paylaştığın bir yazın vardı… Bu durum artık canını sıkmıyor ama protestocular canını sıkıyor öyle mi? Çok geliştik, refahımız olağan üstü arttı,  gayri safi milli hasıladan payımıza düşen para 10.000 doları çoktan aştı yalanları canını sıkmıyor ama maşının aynı oranda artmıyor oluşunu bir yana bırak, mevcut gelirinin dahi alım gücünü sürekli yitiriy

OY VERMEK GENEL VEKÂLET VERMEK DEĞİLDİR.

Bir partiye ya da bir kişiye verilen oy "genel vekâletname" vermek demek değildir. Özellikle demokratik rejimlerde oy eşittir vekâlet verme anlamına gelmez. Geliyorsa orada tam olarak demokratik bir kültürden ve sistemden söz etmek mümkün değildir. Örneğin; İktidara seçimle gelmiş olan bir parti ya da yetkili kişi muhalefete ve muhalif kişilere yönelik olarak “kardeşim sen ne dersen de, biz oraya şunu da yaparız, bunu da yaparız, sana mı soracağız, zaten halk bize bu vekâleti vermiş" dediği an onun “demokrasi bilinci ve kültürünün” bittiği andır. O halde oy vermek nedir peki? Oy vermek; "sen y a da siz iktidar için benim uygun gördüğüm kişi ya da partisiniz" demektir. Hepsi budur... Ama bu “ yaptığın ve yapacağın her türlü icraata vekâlet veriyorum, benim adıma ne istersen yap” anlamına gelen bir içerik ve işleyiş demek değildir.   Literatür bağlamında oy verme ise; egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğuna dair demokrasi pratiğin önkoşulu olan &quo

AKP İKTİDARININ İKİ YÜZÜ; KÜRT SORUNU VE GEZİ PARKI

Kürt sorununu çözmek aynı zamanda iki getirisi olan bir olgudur iktidar için. Bu yüzdendir ki, serin kanlı, akılcı, alttan alan, fevrileşmeyen bir tutum içinde olabilmiştir. Çünkü; birincisi bu sorunu çözerek kalıcı olmak ve iktidarının devamını sağlamak istemektedir. İkincisi hep eleştirdiği milli devlet geleneğini ve Cumhuriyet felsefesini ortadan kaldırmayı haklı gösterecek argümanları gerekçelendirme imkanın bulmaktadır. Gezi parkı meselesi ise (ki çok basit bir meseledir aslında) Kürt sorununa göre lafı bile edilmeyecek derecede bir sorun olmakla birlikte iktidarı bu kadar fevrileştirmesinin altında yatan; karşısındaki insanların dönüştürmeye karşı oluşlarıdır. Düşünsenize 10 yıldır gerçekleştirilen tüm icraatlara karşın "yaşam tarzı" mücadelesi veren bir kitlenin hala var olduğunun görülmesi, üstelik bu küçük sanılan kitlenin "uyuyan devi uyandırması" ihtimali iktidarı çılgına çevirmiştir. İktidarın öfkesi "biz hala neden başaramadık" veya "

REFERANDUM…

Referandum; halka sormak, halkın görüş ve düşüncesine önem vermek olarak tanımlanınca, referanduma karşı gelmek de doğal olarak halka karşı gelmek halkın görüş ve düşüncesine önem vermemek olarak değerlendiriliyor... Oysa ne büyük yanılgıdır bu... Bilindiği üzere 1980 faşist darbesi anayasası referandum sonucu, sözüm ona halka sorularak %90 oy ile onaylandı... Peki halkımız %90 oranında onayladığı söz konusu anayasa ile ilgili ne biliyordu? anayasa sürecindeki nesnel katkısı neydi? Ve en önemlisi halkımız anayasanın neresinde yer alıyordu? Referandum, referandum yapılacak konu ile ilgili bilgi, ilgi ve nesnel bağlantısı olan kişiler ile gerçekleştirilir. Ve referandum bir olaydan direkt olumsuz ve olumlu etkilenme durumu bilincinin iradesi varsa anlam taşır. Bu bağlamda taksime gelip gezi parkı için mücadele veren insanların varlığı bir referandum anlamı taşırken, “bize yol ver gidelim taksim'dekileri ezelim” isteği ve teamülü ise referandum anlamı taşımaz. Yani bazı çoğunlu

2013 YILININ TATAR RAMAZANLARI; GEZİ PARKI EYLEMCİLERİ...

Kerim Korcan'ın Hikaye kitabından uyarlanan filmleri herkes bilir; Tatar Ramazan ve Tatar Ramazan sürgünde. 1976'da İstanbul Şehir Tiyatrosunda sahnelenen hikaye 90 ve 92 yıllarında film olarak çekilmiş ve oldukça beğeni toplamıştır. Hikaye ve filmler hapishane yaşamından kesitler içerir; cezaevi müdürü, gardiyan gibi görevlilerin olumsu z davranışlarının yol açtığı ağalık düzenine vurgu yapar.   Tiyatro ve filmde Tatar Ramazan milletin burnundan getiren Abdurrahman Çavuşu hakladığında güvenlik güçleri ve özellikle hapishane müdürüne; "Burada vurulacak birisi vardı, onu da ben vurdum! Benim adım Tatar Ramazan gücün varsa gelip alsana" repliğini söyler. 1976'da ilk kez İstanbul'da tiyatroda sahneye koyulan eser, ne ilginçtir ki 2013 de farklı bir versiyon ve farklı bir anlayışla Taksim Gezi Parkında bu kez gerçekten sahneye koyulmaktadır. Ve binlerce akıllı, zeki entellektüel Tatar Ramazanlar ile birlikte... Bir toplum önünde sonunda baskıya, ihanete

İyi İnsan Olmak, Kötü İnsana Karşı Olmamak Değildir.

Büyüklerimiz öğretmişlerdir ya bize; "muhatap olma" diye... O zaman sanılır ki, bela gelip seni bulmaz... Ya da öyle bir an gelse dahi sen "muhatap olmayınca" belaya bulaşmamış olursun... Fakat öyle bir şeydir ki bu; "kötü adam" muhatap olunmadığı sürece kötülüğüne devam edecektir. Muhatap almasan, çevrendekileri rahatsız edecek sıra yanı başındakilere ve belki de sana gelecektir. Sorun kötülüğün sana gelip gelmesi de değildir ayrıca... Eğer adam gibi bir adamsan... Kötüyü muhatap alıp kötü olmaktan korkarsın önce, ama sonra bilirsin ki; kötüyle mücadele etmek için kötü olmak değil ama kötü davranmak gerekebilir. Ucuzlamak değilse de, bayağılaşmaktır seni alıkoyan... Ama yanar için, kavrulur aynı zamanda... Çünkü meydanı kendinden güçsüz olanları aşağılayan "kötü" olana bırakmış, "Allahından bulsun" demişsindir... Ve bu şekilde "muhatap olmayarak" sözüm ona bayağılaşmamışsındır. Ama kötüyle mücadele edememenin "adam