Kayıtlar

Temmuz, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İNSANLAR NEDEN SAVAŞ İSTER?

Savaşı isteyenlerin ve savaşı sevenlerin bir nedeni olmalı. Elbette savaşı isteyenlerin hepsini savaşı sevenler olarak nitelemek doğru değildir. Savaşı sevenler konumuz dışı zaten. Sapıklık, delilik gibi anormal bir durumun insanda patolojik bir yansımasıdır savaş severlik. Ruhi bir hastalık olsa gerektir ve bu nedenle tıpçıların ilgi ve çalışma alanı dahilinde bir konudur. Ama savaş isteyenler mevzusu, sanıldığı gibi psikolojik bir rahatsızlığın tezahürü değil, ideolojik, kişisel, pragmasist, ahlaki, çıkar ve egemenlik kurma ve koruma amaçlı istemli ve bilinçli bir davranıştır ve tam olarak hinlik, hainlik, edepsizlik, namussuzluk gibi sosyal davranış ürünü davranışlardır. Üstelik bilinçli bir tercih olması bağlamında çoğu zaman öz savunma hariç insanlık suçudur. Peki ne demek istiyorum. Yeterince açık değil mi?

BU MEMLEKET KENDİ TARİHİNE "GEZİ" DİYE BİR NOT DÜŞTÜ

Bu memlekette artık hiç bir şey, eskisi gibi sessiz ve sedasız olmayacak. Evet, bu memlekette yine haramiler saltanatlarına devam edecekler, yine sömürecekler, yine acımasız olacaklar ama artık yapacakları hiç bir şey öyle kolay kolay sineye çekilmeyecek ve kabullenilmeyecek. Çünkü bu memleketin gençleri, orta yaşlıları, çocukları ve yaşlıları 21. yüzyıl Türkiye'sine yakışır bir şekilde kendi tarihine GEZİ diye bir "karşı duruş notu" düşmüştür. Bu nottan sonra hiç bir şey, artık aynı şekilde devam edemez. Artık bundan böyle bu memleketin bir yerlerinde ölümü dahi göze alacak şekilde, yapılan her zalimliğe karşı birileri karşı duruş sergileyecektir. Bir yaşlı kadın Karadeniz yaylalarından haykıracak size ve sizin valinize "devlet kim? devlet benim, ben halkım, hay senin gibi valiye" diye... Bir genç çıkacak o iğrenç toma'larınızın önünde dimdik duracak, durmakla da kalmayacak, sizin o kaba zekanızla alay edecek. Bir çocuk çıkacak, milletin ve ad

SİLMEK VE SİLİNMEK ÜZERİNE KISA LAFLAMALAR

Silemezsiniz. Siliyor olmanız yalnızca silebileceğinizi göstermekten ibarettir. Oysa bu gösterme durumu tamamen kendinizle ilgili bir durumdur. Ne silmek büyütür insanı, ne de silinmek küçültür. Hepsi bir oyundur. "Ben" oyunu. Silebilmek mümkün olsaydı herkes kendi hoyratlıklarını, acımasızlıkların, yanlışlarını silerdi önce. Ve bakardı ki silinecek olan ne varsa kendinde mevzubahistir. Keza silinmek mümkün olsaydı, silindiğini düşünenler bedbaht olurlardı, gerçek yaşamın kendi bedbahtlığı yetmiyormuş gibi sanki. Bir gün sizi sildiğini sanan birisi çıkar karşınıza, silmediğini silemediğini anlar. Aslında anladığı sizin "iyi" oluşunuz değil kendisinin "iyi" oluşundandır. Kendini aldatmıştır onca zamandır. Silmek ve silinmek meselesi bir gönül meselesidir. Gönül dediğin şey ise, eklemek ve çıkarmak değildir. İstesen de müdahale edemezsin. İnsanoğlu bir tek kendisini silebilir şu hayatta. O da yaşamı silmektir zaten. İntihar hiç de kolay değil

DİN'LER, GÜÇLÜ İDEOLOJİLER

Dinler, zenginliğe karşı değildir, dolayısıyla yoksulluğa da karşı değildir. Bu durumda dinler kimden yanadır? Yoksullardan da yanadır derseniz anlayışla karşıları ama asla anlamam. Zengin dindarlar için yoksulluk vicdanlarını rahatlatmalarının, bunun da ötesinde cenneti "satın alma"nın bir aracıdır sadece. Samimiyet meselesi başkadır. Nesnel durum tam olarak budur. Dinler ortaya çıkışından b güne kadar he de artan bir şekilde egemenlerin lehine, onların baskı ve disiplin aracı ve “halkın dizaynı” olarak işlev görmüştür. Kapitalizm bunun neresinde derseniz? Dinsel ritüelleri dahi tüketme üzerin sistematize ederek sermaye birikimini ve sömürüyü inançlar üzerine yeniden inşa ederek varlığını en ilkel ve feodal yapılarda dahi sürdürmektedir derim. Örneğin din adına gerçekleşen katliamlara neden olan silahları kimler ürettiyor ve kimler satıyor? Ya da din adına savaşa yapanlar vahşileştikçe adeta en modern teknoloji ile en ilkel katliamlar nasıl birleşiyor? Cihat

VİCDAN VE AKIL KURUMASI

Eğer düşüncelerimiz, inançlarımız, dünya görüşlerimiz bazı ölümlere duyarlı bazı ölümlere duyarsız olmamıza neden oluyorsa ne o düşünceden, ne o inançtan ne de o dünya görüşünden hiç bir yarar gelmez bu dünyaya ve bu insanlara. O düşüncelerin de, o inancın da, o dünya görüşünün de yerin dibine batsın. Eğer olağan olmayan ölümlere, öldürmelere ve katliamlara nereden ve nasıl gelirse gelsin, bizden ve bizden olmayan ayrımı yapmaya başlamışsak, düşüncelerimiz, inançlarımız ve dünya görüşlerimiz vicdanımızı ele geçirmiş demektir. Ele geçirilen vicdan kurur. Kurumuş vicdana sahip insanlardan da yine bu dünyaya ve bu insanlığa bir fayda gelmez. Suruç'ta katledilen 32 gencecik insana da, Adıyaman'da katledilen askere de, Urfa'da katledilen iki tane polise de kahrolacaksın. Hem de ne kahrolmak, o gece uyumayacaksın. Ertesi gün yemek yerken kendini suçlu hissedeceksin. Öldürülenlerin bir kısmı için hiç bir şey hissetmemek ve sevinmek tam anlamıyla bir sapkınlıktır. Onu geç

TOPLUMSAL SAĞIRLIK VE DİLSİZLİK

Resim
Konuşulanları duymayacak, Duyduklarını ise anlamayacak kadar sağırsan, muhtemelen anlattıklarını duyuramayacak, duyurduklarını dinletemeyecek kadar da dilsizsin demektir. İnsan sağırsa dilsiz, dilsizse sağır olur. Kötüsü sağırlığın ve dilsizliğin toplumsal boyutlara ulaşmış sosyal bir hastalık olarak herkese bulaşmış olmasıdır. Üsttekiler alttakileri, alttakiler daha alttakileri duymamak ve onları dinlememek üzerine kurgulanmış bir hayatın insanlarıyız. Muhtemeldir ki, alt üst meselesinin aynı zamanda dinlememek ve duymamak demek olmadığının anlaşıldığı bir yaşam bir çok şeyi çözse de, böylesi bir beklenti hayaldir. Asıl çözüm alt üst diye bir şey kalmadığında, insanlar gerçekten eşit olduğunda ve değer olarak öne çıktığında, sağırlık da dilsizlik de bitecek. Demek ki bütün sorunun çözümü önce toplumsal bir altüst oluşta. Sonrasında ise kimsenin bir altının ve üstünün olmayışında.