Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İnsanlar

"İnsanlar ikiye, üçe ya da dörde ayrılır" bağlamında "tipoloji değerlendirmeleri" doğru ya da yanlış vardır ve hep var olacaktır. Koyulan ölçütlere göre insan tiplemeleri yapmak adettendir ve literatür bağlamında bilimsel yönleri de olan "insan tip" sınıflamalar olduğu herkesin bildiğidir. En güzeli ve aykırı olanı nedir peki? Derseniz; "İnsanlar kaça ayrılırsa ayrılsınlar, ben aralarından geçer giderim, veya "ben hep uzaktan bakarım".... biçimidir derim. Bu kolay değildir. Lakin muhteşemdir. Hayatın içinde olmak ya da kenarında olmak gibidir bir şeydir bu. Lakin bu eğer bir tercih meselesi ise muhteşemliği oradan gelir. Zorluğu ise yalnızlığından ve zorunda olmadan tercih edilişinde ve anlaşılamaz oluşundandır. Ve bir de sorumluluklarımız ve görevlerimiz meselesi vardır ki; Mutlaka bir tiplemenin içinde olmamız gereken...

Gelişirken İlkelleşmenin Gerisine Düşmek

Yaşar Kemal şöyle der bir ifadesinde; “Bu dünya sevgisiz bir dünya. Dünyayı sevmeyenlerin, ağaçları, kuşları, ak bulutları, mavi göğü, akar suları, topal karıncayı, hasta kurbağayı sevmeyenlerin dünyası. İnsanoğlunu sevmeyenlerin dünyası…” Ne kadar doğru bir saptama... Örneğin on yıllardır hatırladığım tüm iktidarlar "sevgisiz iktidarlar". Nereden mi çıkarıyorum? Neredeyse hepsi ota böceğe, ağaca düşman, kurda kuşa düşman, dağa, taşa düşman... Serbest gezen hayvana , özgür ve bağımsız düşünen insana düşman. İşte bundan çıkarıyorum... Ve dahası Gülmelerin ve göz yaşlarının yalanından, Talanların, yalanların, dolanları gerçeğinden, Görgüsüzlüğün azalacağına daha da artıyor oluşundan hegemonyasından çıkarıyorum. Bir insan yalan yalan gülmeye, yalan yalan ağlamaya, inadına inadına görgüsüzleşmeye başladı mıydı, iflas etmiş demektir. İnsanları, toplumları ve iktidarları çürüten şeydir bunlar.. İlkel insanların gerisine nasıl düşülür bilir misiniz? İlkel insanlar yaland

Gelişmek, İnsan Olmak

Resim
Kendin ve yakınların dışındaki insanların da acıları, dertleri ve ihtiyaçları olduğunu anlamaya ve hissetmeye başladığında, gelişmeye de başlamışsın demektir. Başkalarının acılarına ortak, dertlerine çözüm olmaya başladığında ise sadece gelişmiş değil, "insan" olmaya da başlarsın. Yani insan olmak "toplumcu" olmaktan geçer. Diğer türlüsü canlı olmaktır sadece. Onun için dünyanın ve insanlığın çözümü ve kurtuluşu"toplumcu insan" olmaktır. Toplumculuk çözümdür ve kurtuluştur.

İTİRAZ ETMENİN, BOYUN EĞMİYOR OLMANI ŞAHSİYETLİ YANI

Resim
Adaletsizliğe itirazın asıl önemi, değeri ve hatta kutsanması gereken yanı; Kendi dışındakilerin adaletsizliğe uğramış olmasıyla ilgili olmasındadır. Eğer itiraz ve boyun eğmeme adaletsizliğe uğrayan tüm insanlar, hayvanlar ve doğaya ilişkin ise, bundan daha büyük " insani bir gelişmişlik" hali olamaz. Bu entelektüel, ahlaki ve vicdani gelişmişlik haline ulaştığımızda mesele büyük ölçüde aşılmış ya da aşılacak demektir. Ama bu değerler kendiliğinden oluşmaz. Eğitim ile, mücadele ile, çalışmak ile, aydınlanma ile ve üretmeyi öğrenmekle gelir. Bir alıntı ile bitirelim; "Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir. Fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı" (Elie Wiesel).

İYİ BİR KİŞİ OLMAK ÜZERİNE

Resim
"İYİ" BİRİSİ OLMAK, KİŞİLİĞE İNDİRGENECEK BİR DAVRANIŞ BİÇİMİ DEĞİLDİR. Yeterince "iyi" birisi olmak sanıldığı gibi sadece kişilik özellikleri ile ilgili bir durum değildir. Çünkü "İyilik" insanın tanımadıklarına karşı da "eşitlikçi" olmasıdır. Dolayısıyla "iyilik" ve "iyi" bir kişi olmak yaşadığımız toplumsal ilişkilerin yapısı ve bunu belirleyen sistem ve/veya rejimle ilgili bir şeydir. Eğer sistem herkesin herkese eşitlikçi davranmasını ve hissetmesini sağlıyorsa ve gerektiriyorsa o zaman "iyi" kişiler oluruz. Sistemi ve veya rejimi belirleyen şey ise bilindiği üzere ekonomik yapı ve işleyiştir. Bu bağlamda özetle "iyi" insan olmamız konusunda belirleyici olan şey "sosyo-ekonomik yapı" yani sistemdir.

Sevmek, Emek, Yaşamak

Resim
"İnsan sevmeye başlayınca yaşamaya da başlar". William Shakespeare Sevmek demek, emek demektir. Emeğin işgücüne dönüştüğü yerde, yaşamak anlam ve değer kazanır. Dolayısıyla insanın kendisi de bu şekilde anlam ve değer kazanır. İşte sevmenin yaşamayı anlamlı kılmaya dair etkisi bu olsa gerekir. Özetle sevdiğin için bir şeyler yapmak ve yaşadığını anlamak. Sevmek, sevdiklerin neyse onlar için hiç bir şey yapmadan yaşamak olamaz. İnsan doğadan, hayvanlardan ve yakın veya uzak hemcinslerinden, onlar için hiç bir emek vermeden onları sevebilir mi? Bu şekilde yaşadığını anlayabilir mi? İnsan sevmeye başladı mı, işe yaramaya da başlar. İşe yarayan, üreten insan yaşamaya da başlamış demektir. Dolayısıyla insan ne kadar çok şeyi, ne kadar çok severse o kadar çok yaşamış olur. Düşmanlık ve rekabet de yaşatır belki ama "yaşadığını anlamayı" sağlamaz.

TÜRKİYE MİLLİYETÇİLİĞİNE DAİR KISA BİR ANALİZ

Türkiye'deki Milliyetçilik, kurucu altı ilkeden birisi olan "milliyetçilik" ile ilgisi olan bir milliyetçilik olmamış ya da olamamıştır. İstisnai kişi ve kişilikler bir tarafa ama dokusal ve örgütsel olarak durum ne yazık ki böyledir. Türkiye'deki milliyetçilik çoğunlukla ve ne yazık ki; "Milli" değildir. Milli yani yerli olmadığını veya olamadığını yaşadığımız gerçek olaylar ve tavırlar nedeniyle gördük. En basit örnekle, Türkiye Milliyetçiliği özelleştirmeler ve doğal zenginliklerin yabancılara satışı ve devri konularında "milli" olmanın gereğini yapamamışlar ya da yapmamışlardır. Bundan daha iyi gösterge mi olur? ABD emperyalizmine karşı bir kez dahi aklı başında karşı durmayı bırakın, bu tür protesto ve eylemelerdeki ABD yandaşlığına varan tutum ve davranışlar belgeleri ile ortadadır. Cumhuriyet ve laiklik ve Atatürk konusundaki tutum ve tavırlar da bazı kişi ve kişilikler hariç tüm açıklığı ile ortada değil midir? Türkiye'd