Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

AŞK MI? SEVGİ Mİ?

Resim
Ali Şeriati'nin dediği gibi; “Aşk kendinden yanadır, bencildir. Oysa sevgi sevilenden yanadır”. Demem o ki; Bir şeye veya bir şeylere aşk ile bağlanmak aslında kendine bağlanmak ve kendin için yaşamaktır daha çok. Aşk ile bağlandığımız her ne varsa, kendimiz için istediğimiz şeydir çoğunlukla. Aşk geçici bir hevesin, bir kimya sürecinin dışa vurumudur sadece. İki kişilik dense de esasında tek kişiliktir. Aşktan şiddet çıkar ve bir de iki yüzlülük. Çünkü bencilliğin dizginlenemez tutku sarhoşluğudur aşk. Oysa sevgi öyle mi? Sevgi, sevdiğini onun için sevebilmek duygusu, tutumu ve davranışıdır. Onun için onu sevmek, ondan size gelen süresiz, çıkarsız ve vefalı bir sorumluluk izdüşümüdür. Bu yüzdendir ki sevgiden barış ve toplumculuk çıkar. Eşimize, evladımıza, ailemize, memleketimize, insanlarımıza, doğaya, hayvanlara aşk değil, sevgi gerekir Çünkü sevgi sevilenden yana olmak demektir. Sevilenden yana olmaksa dünyanın ve insanlığın kurtuluşudur.

"ÜÇÜNCÜ YOL" SEÇENEĞİ

Resim
ÜÇÜNCÜ BİR YOL HEP VARDIR.. OLMALIDIR. HAYATA BÖYLE BAKMAYI, HAYATI BÖYLE ALGILAMAYI VE YAŞAMINI BÖYLE SEÇMELİ İNSAN.. ÇÜNKÜ İKİ YOLDAN BİRİSİ DİĞERİNDEN DAHA İYİ VE GÜVENLİ OLMAYABİLİR. ÜÇÜNCÜ BİR YOLU ARAMALI İNSAN... YA DA YARATMALI.. Bu basit bir önerme ya da aforizma değildir.  Bu tam olarak bir gerçeklik ve daha önemlisi ihtiyacımız olan şeydir. "Seçenekçilik" ya da "çok seçenekçilik" olarak kavramlaştırabileceğimiz bu görüş ve yaşama biçimi insanın  akılcılık zenginliğinin gerekliliklerinden birisidir. "Üçüncü Yolcu'luk" olarak tanımlayabileceğimiz bu yaşam biçimi, taraf olmak zorunda olmamak, dayatılan seçeneklere sağlıklı bir şekilde direnmek demektir.    Devlet ve Devlet karşıtlığında kendimizi illa ki bir tarafta konumlandırmak zorunda mıyız? En azından düşünsel boyutta da birisine daha yakın olmak zorunda mıyız? İkisine de karşı olamaz mıyız? Üçüncü bir seçeneğimiz yok mudur? Biz aptal ya da esir miyiz? Akıl tutulması m

NE YAPMALI?

Resim
HAYATA DAİR Eğer hayata ve yaşananlara dair bir düşünceniz, bir amacınız ve bir itirazınız varsa başınıza mutlaka bir şeyler gelir. Gelmiyorsa bu hayata ve yaşananlara dair kayıtsızlığınızdan değildir. Muhtemelen ve çoğu zaman düşünce, itiraz ve amaç ile ilgili beceriksizliktendir. Beceriksizlik ise esasen önce rehbersizlikten sonra da örgütsüzlüktendir. Lakin rehber ve örgütlülük dediğin insanın yaratıcılıklarını ve bireyselliğini engelleyen bir gerçekliği de içinde barındırır çoğunlukla. Ne yapmalı? On yıllardır sorulan bir sorudur bu. Kült olmuş kitabı dahi vardır.  Çoğu zaman cevap kendiliğinden değil elbette ama birden bire ortaya çıkar. İnsanlar kriz anında düşünürler ve harekete geçerler en çok. Çünkü başka çare kalmamıştır. Harekete geçmek tek seçenektir. Aksi sonsuz hareketsizliktir çünkü...

Aptallık Aslında Deneyimsizliktir.

Resim
Hatalarımızı, yanılgı ve yanlışlarımızı çoğu zaman “aptallık” olarak nitelendiririz. “Ah aptal kafam” ya da “ne aptallık yaptık be” gibi serzenişler, kendimize yaptığımız en büyük haksızlıklardan birisi olsa gerektir. Oysa “aptallık” diye nitelendirip kendimize haksızlık ettiğimiz çoğu yanlışlarımızın ve yanılgılarımızın gerçekten aptallık derecesinde bir tutum ve davranış ile ilgisi yoktur. Çünkü genel olarak herhangi bir konuda ve herhangi bir süreçte deneyimlediğimiz bir konu ile ilgili aynı yanlışı yapmaz ve aynı yanılgıya düşmeyiz. O halde ilk yanlışlarımız ve yanılgılarımız aptallık değil, sadece deneyimsizliktir. Deneyimsizlik, haberdar olduğumuzu sandığımız bir çok şeyden aslında haberdar olmayışımız demektir. Başımıza ilk gelen şeyler bizim ilk deneyimimiz olup, gereken doğru tutum ve davranışı gerçekleştirememiş ise asla aptallık değildir. Yaşımız kaç olursa olsun, yaşayacağımız ilkler her zaman vardır. Azdır belki ama mutlaka vardır. İlkler nerede ve ne zaman yaş

KURNAZLIK AKIL ÜRÜNÜ OLABİLİR AMA AKILLILIK DEĞİLDİR.

Resim
Kurnaz insanların başarılı veya becerikli olarak görülüyor olmaları ve özellikle de akıllı olduklarına dair yanılsamanın tek nedeni, kamu gücünün yani devletin bu tip insanları engellemiyor ve gereğini yapmıyor oluşu ile ilgilidir daha çok... Kurnazın kurnaz olma gereğini ortadan kaldırırsanız ve özellikle de kurnazlıktan dolayı kazançlı çıkmasını önlerseniz kurnazlığın gerekli bir akıllılık olmadığını görürsünüz. Kurnazlık diğer tüm olumsuz davranışların öncelidir. Çünkü özünde başkasını alt etme, kandırma ve aldatmayı barındırır. Kurnazlığa prim vermemek demek, yalan dolan gibi diğer olumsuz tutum ve davranışlara da engel olmak demektir aslında. Kurnaz insanlardan iyi, yararlı, üretken ve özellikle de toplumcu insanlar çıkmaz... Örneği yoktur. Çünkü kurnazlık en masumane şekliyle bencilliği,  özellikle de çıkarcılığı ve haksız kazanç elde etmenin yöntemlerinden birisidir. Akıllılık ile karıştırılan kurnazlık, kurnazlığın legal hale getirilmesi ve to

KİMİZ VE NASIL BİRİSİYİZ..

Resim
Sahip olmak istediklerimiz ve sahip olduklarımız bizim nasıl birisi olduğumuzu izah etmeye yetmez. Ama sahip olduklarımız ile ne yaptığımız ve nasıl yaptığımız bizim nasıl birisi olduğumuzu izah etmeye yeter. İyi birisi miyiz? Yoksa kötü mü? Üreten mi? Yoksa tüketen mi? Yararlı mı? Zararlı mı? Dahası Dürüst mü? Değil mi? Sahip olduğumuz şeyler dediğimiz elbette akıl ve bilgiden tutunuz tüm olanaklarımızı, güçlerimizi yani kısaca tüm yeterliliklerimizi içerir. İşte bu yeterli olduğumuz şeyler her nelerse, onlarla neler yaptığımız ve nasıl yaptığımız bizi izah eden şeydir.

BU BENCİLLİK DEĞİL... İHTİYAÇ

Resim
Bazı insanlar vardır, kendinizi onların yanında daha iyi hissedersiniz. Sanki zihniniz açılır, ufkunuz genişler... Daha güzel düşünür, daha güzel konuşursunuz, hatta daha üretken olduğunuz duygusuna kapılırsınız. Bu yetmezmiş gibi ruhunuz masmavi gökyüzü gibi pırıl pırıl olur, bir ferahlık bir dinginlik hissedersiniz. Size bunları yaşatan ya da duyumsatan insanlar ile daha fazla zaman geçirmeniz gerek. Bu bencillik değildir. Bir ihtiyaçtır. Kendiniz için bir şey yapmaktır. Eğer hayatınızda böyle insanlar varsa, kendinizi ihmal etmeyin. Bu arada siz de onun için aynı şeyleri ifade ediyorsanız, ne mutlu size. Yok eğer etmiyorsanız, bir başkası için mutlaka etmelisiniz. Çünkü herkesin böyle bir insana ihtiyacı vardır.

SENDEN ÜMİDİNİ KESMEMİŞ BİRİLERİ OLSUN HEP

Resim
Senin insanlardan değil, insanların senden ümitlerini kesip, kesmedikleri daha önemlidir. Çünkü, sen insanlardan ümidini kesersen mutsuz bir insan olursun. Mutsuzluk da elbette az şey değil...  Ama insanlar senden ümitlerini keserlerse yok sayılırsın...Bitersin. Yaşayan bir hiç olursun. Onun için öyle yaşamalı ve öyle şeyler yapmalı ki insan, ümitlerini asla kesmeyen ve kesmeyecek olan birileri olsun çevresinde. Yaşamak dediğin biraz da başkaları içindir. Mutlu olmak, biraz da mutlu kılmaktan geçer. Öyle öğrettiler bize ama başarmak sadece kazanmak değildir.  Kazanarak ancak güçlü olabilir insan, oysa başarılı bir yaşam güçlü olmak için harcanan bir ömür değildir.

ÇAY

Resim
"Hadi bi çay demle de içelim"  ya da  "Yeni çay demledim içer misin?"  veya  "Şöyle demli bir çay olsa da içsek"... Sözleri bu memlekette duymaktan veya söylemekten en çok haz duyduğumuz cümleler olsa gerektir. Neden acaba? Sadece çay içmeyi seviyor olmamızdan değil herhalde. Öyle aç ve öyle susamış vaziyetteyiz ki; Acısız, hüzünsüz, dertsiz ve hırslardan uzak şöyle ağız tadıyla eş, dost ve akrabalar ile birlikte olmalara....  Çay içmek belki de bahane... Birlikte olmak şahane... Yine de her şeye rağmen ısrarla devam etmeliyiz akşam üstü ve akşam çaylarına... Neden derseniz; Çünkü birlikte içilen çaylarda devam ediyor hala birbirimize olan sevgimiz ve muhabbetimiz..

Ömür ve Hayat

Resim
"Her insanın doğumundan ölümüne kadar süren, kısa ya da uzun bir ömrü vardır. Ama herkesin bir hayatı yoktur. Bir hayatımızın olmasını istiyorsak önce onu edinmeliyiz". "Hayat biyolojik bir zorunluluğu yaşamaktan öte, yaptıklarımızın toplamıdır" diyor Metin Eroğlu. Bu bağlamda bir düşünsenize,  Kaç insanın bir hayatı olmuştur. Ve/veya kaç insan ömrünü hayata dönüştürebilmeyi becerebilmiştir, yaptıklarının toplamıyla? Bir kahraman olmaktan söz etmiyoruz elbette, sadece ortaya koyulan işgücünün ürüne ve eserlere dönüşmesinden söz ediyoruz. Gerçekten edindiğimiz bir hayatımız var mı?

SALT DOĞA YETER

Resim
Sadece doğa. Evet sadece doğa. Tek ihtiyacımız olan şey sadece doğadır. Onda aradığımız her şey var. Yeter ki, onun bir parçası olmayı ve ona ihanet etmeden yaşamayı seçelim. Doğa'da her şey var. İnsanın kendisi de var.  Ama değerli olmayı bilerek ve isteyerek Önemli olmayı istemeyerek ve bunun için asla uğraş vermeyerek. Çünkü doğada her şey değerlidir. Ama hiç bir şey bir diğerinden önemli değildir. Değerlilik doğanın/yaşamın güzelliği, önemlilik doğanın/yaşamın reddettiğidir. Değerli olmak güzelleştirirken, önemli olmak çirkinleştirir. Doğa önemli olmak üzerine var olmamıştır. Dolayısıyla içindekiler ile birlikte değerli olmak üzerine kurgulanmış bir bütünseldir. Yaşam tam olarak işte budur.

Yanlış İnsanlardan Doğru Yaşamlar Çıkmaz

Resim
Kendisi dışındaki herkese gülen, Kendisi dışındaki herkes ile dalga geçen, Kendisi dışındaki herkese kızan, Kendisi dışındaki herkesi aşağılayan, Ve sadece kendisi için tüketen bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplum, iyi bir toplum değildir. Oysa; Kendisine gülebilen, Kendisine kızabilen, Kendisini eleştirebilen, Kendisini gereğinden fazla önemsemeyen, Ve başkaları için de üretebilen bireyler olabilmek gerek. Çünkü; Yanlış insanlardan doğru yaşamlar Yanlış hayatlardan doğru toplumsal hayatlar çıkmaz.

Toplumsal Evrim Mekaniği Ya da Sistemin İşleyişi

Resim
Yazanlar çoğaldıkça okuyanlar azaldı. Oysa doğru orantılı olması beklenir. Yazanlar arttıkça okuyanların da artması gibi. Keza eleştirenler çoğaldıkça öneri sunanların azalması, sorun yaratanların çoğaldıkça çözüm bulanların azalması aynı şekilde ortaya çıkabilmektedir. Bu aslında kendi içinde olumsuzluğun iç tutarlılığıdır. Düşünsenize tüketenlerin çoğaldıkça üretenler azalması ne anlama gelir? Bu aslına bakarsanız insancıl ve rasyonel olmayı uyumlu bir şekilde sistematik işleyişte bir yere oturtamamış olmanın dışa vurumudur. Toplumsal ve ekonomik olarak çelişkili olan bir durumdur bu. Bir kısır döngü gibi bir şey. Ama özünde zamanın ve zamanı yönetenlerin varlık nedenlerinin ve varlık gerekçelerinin doğal bir sonucudur yaşananlar. Muhtemeldir ki, zaman ve toplum ilişkisi, nesnel koşullardaki algılama değişimi ile süreci gerçek ve olması gereken tutarlılığına oturtacaktır. Ve süreç farklı işlemeye da başlayacaktır. Örneğin anlamlı bir biçimde tüketenler ile birlikt

DİNDAR İNSAN KÜFREDER Mİ?

Yaşayarak öğreniyor insan bazı şeyleri. Kendilerini öncelikle Müslüman kimliği ile açıklayan insanların bu kadar küfürbaz oldukların bilmezdim doğrusu. Genç sayılmam. Abi diyen neredeyse yok gibi. Dede diye hitap edilmemize ramak kaldı. Yani demem şu ki, bunca yıldır hem dindar kimliğini öne çıkarıp hem de bu kadar argo ve küfürlü konuşan insanların varlığından haberim yokmuş meğer. Son 10 yıl bunu öğrendim doğrusu. Bu bir kazanım mıdır? Bilemiyorum. "Dindarlar da insan, onlar da küfredebilirler" deniyorsa eğer, Dindarlar da insan, onlar da hırsızlık yapabilir, Dindarlar da insan, onlar da öldürebilir, Dindarlar da insan, onlar da sömürebilir gibi önermeler ve tezler de ileri sürülebilir. O halde herkes insansa, insan olmak bazı şeyleri yapmaya engel değilse bu birinci sorunsaldır. Dindar insanların dindarlığı bazı şeyleri yapmaya engel değilse o halde dindarlığın nedeni ve gereği nedir? Bu da ikinci sorunsaldır. Son tahlilde sorun "

Kedinin Ölümü

Siz bir kedinin sessiz ve onurlu ölümüne tanık oldunuz mu hiç? Ben oldum. Hiç olmasam daha iyiydi, ama oldum... Bir hayvan yaşama tutunmak için nasıl çabalar bunu gördüm. Dahası bir hayvan ölüme beş kala ne kadar onurlu ve ne kadar zararsız olur bunu yaşadım. Ve bir hayvan ölümüne en yakın evrelerde evi kirletmemek için çişini ve kusmalarını evin dışında yapmak için nasıl çaba sarf ettiğine tanık oldum. Bir kedinin kendisini temizleyecek gücü kalmadığı için nasıl da onurunun kırıldığını ve bundan dolayı yapayalnız kalmak için nasıl da çabaladığına hem şaştım hem kahroldum.  Bu yaşımda bir kedinin inanılmaz kişilikli duruşundan ve yaşam mücadelesi açısından inanılmaz direncinden bir insan olarak ezildim ve utandım. İçim acıyor. Neden? Derseniz  Kedimiz Nazlı'nın böbrek yetmezliği dolayısıyla bir daha dönmemek üzere gidişinden.

İnsanın İnsanda Yansıması

Resim
İnsanın kendisi dışında iletişimde bulunduğu herkesteki izlenimi ve bu izlenimin düşünsel ve dile getiriliş boyutundaki durumu kendi yansımasıdır aslında. Aynaya bakmak gibi bir şey bu. Bir insanın sizinle ilgili tüm izlenimleri sizin o insandaki yansımanızdır. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. O ayrı bir konu. Ama o insan sizin yansımanızdır. Ondan yansıyan ne varsa o sizsiniz. Böyle bakınca, eş dost, akraba, mesai arkadaşı, mücadele arkadaşı, konu-komşu, bir şekilde yollarınızın kesiştiği herkes kim olduğunuzun, ne olduğunuzun görüntülerini taşırlar. Asıl aynaya bakmanın böyle bir şey olduğunu bilmek gerek. İyi, kötü, dürüst, yalancı, hırsız, acımasız, çıkarcı, güvenilir, candan, içten, ikiyüzlü, güvenilir ve daha onlarca yansımasıdır sizden ona aktarılan ve ondan size akseden. Böyle bakınca bazı aynalar sizi hiç de "iyi" ve "güzel" göstermiyor olsa gerek... 

DOĞA VE İNSAN

Resim
Doğada hiç bir şey diğerinin karşıtı değildir. Ya da doğada hiç bir şeyin karşıtı yoktur. Tamamlayanı, eşdeğeri ya da bütünleyeni vardır. Bunu anladığımız an doğa ile savaşmayı değil doğa ile bütünleşmeyi öğreneceğiz ve daha mutlu olacağız. Ama şimdilik bu çok uzak bir ütopya. Önceleri böyleydi. İnsan geliştiğini sandı ve doğaya savaş açtı. Aslında bugün insanın insanla savaşının kökeninde insanın doğa ile savaşı yatmaktadır. Çünkü doğaya hükmetme insana hükmetmeyi getirmiştir. Çözüm karşıtların birliğidir. Birliğin karşıtlığı değil.. Aslında karşıtların birliği mevzusundaki temel yanılsama insan ile doğayı karşıt olarak algılamada yatmaktadır. Oysa insan doğanın karşıtı değil sadece bir parçasıdır. Parça bütünün karşıtı olamaz. Olursa kendini mahveder. Bugün dünyanın yaşadığı işte budur.

İNSANLAR DA TOPLUMLAR GİBİDİRLER.

Resim
Ya da toplumlar insanların yansımasıdırlar. Tıpkı toplumlar gibi insanlar da elde ettikleriyle, kazançlarıyla sadece büyürler ve güçlü olurlar. Ama yarattıkları ve ürettikleriyle de önem kazanırlar. Ama bir insan asıl "yok etmeye karşı duruşu, direnmeleri ve yok etmeye karşı yaşamıyla" değer kazanır. Şimdi dönüp  kendimize ve geçmiş yaşamımıza bir bakalım; Ne ölçüde büyümüş ve güçlenmişiz? Ne ölçüde önemliyiz? Ama asıl bunlardan önemlisi ne ölçüde değerliyiz? Bundan sonraki yaşamımızı değerli olmaya harcamak istiyorsak başta doğa olmak üzere, kültür, insan ve hayvan hakları konularında tüm yok etmelere daha fazla direnmek ve yok etmeden yaşamayı seçmek zorundayız.     Bunların dışında bir yaşam bizi asla değerli kılmaz, yalnızca gelişmiş, güçlü ve önemli kılar. Bu dünyadan göçer iken geride bırakılan sadece değerli olmaktır.

İNSANLAR NEDEN SAVAŞ İSTER?

Savaşı isteyenlerin ve savaşı sevenlerin bir nedeni olmalı. Elbette savaşı isteyenlerin hepsini savaşı sevenler olarak nitelemek doğru değildir. Savaşı sevenler konumuz dışı zaten. Sapıklık, delilik gibi anormal bir durumun insanda patolojik bir yansımasıdır savaş severlik. Ruhi bir hastalık olsa gerektir ve bu nedenle tıpçıların ilgi ve çalışma alanı dahilinde bir konudur. Ama savaş isteyenler mevzusu, sanıldığı gibi psikolojik bir rahatsızlığın tezahürü değil, ideolojik, kişisel, pragmasist, ahlaki, çıkar ve egemenlik kurma ve koruma amaçlı istemli ve bilinçli bir davranıştır ve tam olarak hinlik, hainlik, edepsizlik, namussuzluk gibi sosyal davranış ürünü davranışlardır. Üstelik bilinçli bir tercih olması bağlamında çoğu zaman öz savunma hariç insanlık suçudur. Peki ne demek istiyorum. Yeterince açık değil mi?

BU MEMLEKET KENDİ TARİHİNE "GEZİ" DİYE BİR NOT DÜŞTÜ

Bu memlekette artık hiç bir şey, eskisi gibi sessiz ve sedasız olmayacak. Evet, bu memlekette yine haramiler saltanatlarına devam edecekler, yine sömürecekler, yine acımasız olacaklar ama artık yapacakları hiç bir şey öyle kolay kolay sineye çekilmeyecek ve kabullenilmeyecek. Çünkü bu memleketin gençleri, orta yaşlıları, çocukları ve yaşlıları 21. yüzyıl Türkiye'sine yakışır bir şekilde kendi tarihine GEZİ diye bir "karşı duruş notu" düşmüştür. Bu nottan sonra hiç bir şey, artık aynı şekilde devam edemez. Artık bundan böyle bu memleketin bir yerlerinde ölümü dahi göze alacak şekilde, yapılan her zalimliğe karşı birileri karşı duruş sergileyecektir. Bir yaşlı kadın Karadeniz yaylalarından haykıracak size ve sizin valinize "devlet kim? devlet benim, ben halkım, hay senin gibi valiye" diye... Bir genç çıkacak o iğrenç toma'larınızın önünde dimdik duracak, durmakla da kalmayacak, sizin o kaba zekanızla alay edecek. Bir çocuk çıkacak, milletin ve ad

SİLMEK VE SİLİNMEK ÜZERİNE KISA LAFLAMALAR

Silemezsiniz. Siliyor olmanız yalnızca silebileceğinizi göstermekten ibarettir. Oysa bu gösterme durumu tamamen kendinizle ilgili bir durumdur. Ne silmek büyütür insanı, ne de silinmek küçültür. Hepsi bir oyundur. "Ben" oyunu. Silebilmek mümkün olsaydı herkes kendi hoyratlıklarını, acımasızlıkların, yanlışlarını silerdi önce. Ve bakardı ki silinecek olan ne varsa kendinde mevzubahistir. Keza silinmek mümkün olsaydı, silindiğini düşünenler bedbaht olurlardı, gerçek yaşamın kendi bedbahtlığı yetmiyormuş gibi sanki. Bir gün sizi sildiğini sanan birisi çıkar karşınıza, silmediğini silemediğini anlar. Aslında anladığı sizin "iyi" oluşunuz değil kendisinin "iyi" oluşundandır. Kendini aldatmıştır onca zamandır. Silmek ve silinmek meselesi bir gönül meselesidir. Gönül dediğin şey ise, eklemek ve çıkarmak değildir. İstesen de müdahale edemezsin. İnsanoğlu bir tek kendisini silebilir şu hayatta. O da yaşamı silmektir zaten. İntihar hiç de kolay değil

DİN'LER, GÜÇLÜ İDEOLOJİLER

Dinler, zenginliğe karşı değildir, dolayısıyla yoksulluğa da karşı değildir. Bu durumda dinler kimden yanadır? Yoksullardan da yanadır derseniz anlayışla karşıları ama asla anlamam. Zengin dindarlar için yoksulluk vicdanlarını rahatlatmalarının, bunun da ötesinde cenneti "satın alma"nın bir aracıdır sadece. Samimiyet meselesi başkadır. Nesnel durum tam olarak budur. Dinler ortaya çıkışından b güne kadar he de artan bir şekilde egemenlerin lehine, onların baskı ve disiplin aracı ve “halkın dizaynı” olarak işlev görmüştür. Kapitalizm bunun neresinde derseniz? Dinsel ritüelleri dahi tüketme üzerin sistematize ederek sermaye birikimini ve sömürüyü inançlar üzerine yeniden inşa ederek varlığını en ilkel ve feodal yapılarda dahi sürdürmektedir derim. Örneğin din adına gerçekleşen katliamlara neden olan silahları kimler ürettiyor ve kimler satıyor? Ya da din adına savaşa yapanlar vahşileştikçe adeta en modern teknoloji ile en ilkel katliamlar nasıl birleşiyor? Cihat

VİCDAN VE AKIL KURUMASI

Eğer düşüncelerimiz, inançlarımız, dünya görüşlerimiz bazı ölümlere duyarlı bazı ölümlere duyarsız olmamıza neden oluyorsa ne o düşünceden, ne o inançtan ne de o dünya görüşünden hiç bir yarar gelmez bu dünyaya ve bu insanlara. O düşüncelerin de, o inancın da, o dünya görüşünün de yerin dibine batsın. Eğer olağan olmayan ölümlere, öldürmelere ve katliamlara nereden ve nasıl gelirse gelsin, bizden ve bizden olmayan ayrımı yapmaya başlamışsak, düşüncelerimiz, inançlarımız ve dünya görüşlerimiz vicdanımızı ele geçirmiş demektir. Ele geçirilen vicdan kurur. Kurumuş vicdana sahip insanlardan da yine bu dünyaya ve bu insanlığa bir fayda gelmez. Suruç'ta katledilen 32 gencecik insana da, Adıyaman'da katledilen askere de, Urfa'da katledilen iki tane polise de kahrolacaksın. Hem de ne kahrolmak, o gece uyumayacaksın. Ertesi gün yemek yerken kendini suçlu hissedeceksin. Öldürülenlerin bir kısmı için hiç bir şey hissetmemek ve sevinmek tam anlamıyla bir sapkınlıktır. Onu geç

TOPLUMSAL SAĞIRLIK VE DİLSİZLİK

Resim
Konuşulanları duymayacak, Duyduklarını ise anlamayacak kadar sağırsan, muhtemelen anlattıklarını duyuramayacak, duyurduklarını dinletemeyecek kadar da dilsizsin demektir. İnsan sağırsa dilsiz, dilsizse sağır olur. Kötüsü sağırlığın ve dilsizliğin toplumsal boyutlara ulaşmış sosyal bir hastalık olarak herkese bulaşmış olmasıdır. Üsttekiler alttakileri, alttakiler daha alttakileri duymamak ve onları dinlememek üzerine kurgulanmış bir hayatın insanlarıyız. Muhtemeldir ki, alt üst meselesinin aynı zamanda dinlememek ve duymamak demek olmadığının anlaşıldığı bir yaşam bir çok şeyi çözse de, böylesi bir beklenti hayaldir. Asıl çözüm alt üst diye bir şey kalmadığında, insanlar gerçekten eşit olduğunda ve değer olarak öne çıktığında, sağırlık da dilsizlik de bitecek. Demek ki bütün sorunun çözümü önce toplumsal bir altüst oluşta. Sonrasında ise kimsenin bir altının ve üstünün olmayışında.

İSTİKRAR NEDİR NE DEĞİLDİR?

Resim
İstikrar bir düşüncenin, bir duygunun ve bir davranışın çoğunluk olarak sürekliliği değildir. Diğer söylemle istikrar sadece herkes tarafından aynı şeyin, aynı şekilde devamlılığı değildir. Bir duygu, bir düşünce, bir tavır ve bir davranışın çoğunluğu her nedense hep "istikrar" olarak yorumlanmıştır. Oysa bu yanlış bir anlayıştır. Kavramsal olarak da İstikrar bu anlama gelmez. Farklılıkların aynı çizgi de ya da yakın çizgilerde buluşabilmesidir istikrar. Dolayısıyla istikrar bunun için önemli bir kavramdır. Çünkü farklı düşünce ve tutumların ortak noktada buluşması zor ama çok değerlidir. Böylesi toplumsal bir yapı kurulabiliyor ve işletilebiliyorsa o toplumsal yapı uygarlık bağlamında da eşiği çoktan geçmiş demektir. İstikrar çoğunluk ve çoğunlukçuluk değil, çoğulculuktur. Zaten demokrasinin özü de tam budur. İstikrar kavramının hakkını verebilmek emek ister, iyi niyet ister, karşındakine saygı ister ve empati ister. Kolay değildir. Ama başarıldı

DOĞA ÖĞRETİR... AMA İSTERSEN...

Resim
Doğa insanoğlunu; Edepli kılar, Haddini bildirir, Mütevaziliğe zorlar, Hizaya getirir, Saygı duydurur, Farklı olmamaya yönlendirir... İşte bu nedenler yüzündendir ki; insanoğlu doğa karşısında kendisini hep daha yetersiz hissetmiş "biricik" ve "muktedir" olması gerektiğini düşünmüş, bunun yollarını aramaya sevketmiştir. Zaten kapitalizmin icadının genetik kodları da burada yatar. İşte bu nedenledir ki; İlerleyen süreçlerde insanın doğa katliamı başlar. Bu doğaya egemen olma güdüsü değil, dürtüsüdür. Bu dürtü kapitalizmdir. Doğa katliamı tarihi kapitalizmin tarihidir aynı zamanda. Biliyor musunuz? Doğanın görkemi insanoğlunda yoktur. Bu görkemin yerine kendini ve kendi görkemini koyma dürtüsünün dışavurumu kapitalizmin inşa ve kar ilkesiyle birleşmesidir ki; İnsanda olmayan görkemin doğadan alınması demektir aynı zamanda. İnsanoğlu doğaya karşı değil, doğa ile birlikte olmayı yeniden öğrenmeye başladığı ve bu öğrendiğini yeryüzünün tümüne bir yaşam biçi

2.Dünya Savaşında İngiltere: İkinci Aile Uygulaması

(Toplumsal tarih açısından iyi okunmalı). 2. Dünya savaşı ve sonrası yıkımında İngiltere'de toplumsal seferberlik ölçeğinde bir mücadelesi başlatılır. Bununla ilgili sadece iki örnek; İlk önce bütün çocuklar, sadece zenginlerin ya da asillerin çocuklarından bahsetmiyorum, İngiltere’nin bütün çocukları koruma altına alınır. Çocuklar, Alman hava bombardımanından etkilenmeyecekleri İngiliz kırsalındaki çiftliklere ya da Kanada’ya gönderilir. Öyle ki savaştan sonra artık birçok çocuğun iki ailesi vardır. Bu gün her iki ailenin yan yana geldiği etkinlikler ve kutlamalar sayıları çok azalmış olmasına rağmen hala devam etmektedir. İkincisi halkın besin gereksinimi uzmanların denetlediği ve ‘tayın’ları belirlediği bir toplumsal örgütlenmeyle çözümlenir. İngiliz halkının tarihinde en iyi, en sağlıklı beslendiği dönem savaş yıllarıdır. Bu şekilde örgütlenmiş bir halkın savaştan zaferle çıkıp, savaşın yaralarını sarması da nispeten kolay oldu. Alıntı : Murat Karadeniz, Thetchar&

EGZERSİZ YAPMA İLE YAŞAM SÜRESİ ARASINDAKİ ANLAMLI (POZİTİF) İLİŞKİ

Resim
British Journal of Sports Medicine adlı dergide yayınlanan söz konusu araştırma Oslo Üniveritesince 5700 kişi üzerinde gerçekleştirilmiş. Yaşları 68 ile 77 arasında değişen erkekler tam 11 yıl boyunca izlenmiş. Buna göre haftada bir saatten az egzersiz yapanların sağlık durumlarında bir değişiklik gözlenmemiş. Egzersiz düzeyi 30 dakika ve 6 seans olanlarda ise ölüm olasılıkları yaklaşık % 40 oranında azalmış. Araştırmada, 73 yaşında egzersize başlayanların ömür beklentilerinin beş yıl uzadığı kaydedilmiş. Yine haftada üç saat egzersiz yapanların aktif olmayan yaşıtlarına göre yaklaşık beş yıl daha uzun yaşadıkları saptanmış. Bu sonuçlar gerçekten çok ciddi ve dikkate değer sonuçlar. O halde bir düşünün haftanın her günü 30-60 dakikalık planlı ve sistematik bir egzersiz programı insana yaşam üresi ve kalitesi açısından neler kazandırmaz? Ruhsal ve sosyal yaşam kalitesi açısından sağladıkları ise cabası...

ZIRHLI OTOMOBİLLER VE BEYNİMDE ÇOCUKÇA SORULAR

Resim
Zırhlı arabalar kimler içindir? Zırh insanı neye ve nelere karşı korur? Zırh korkuya engel olur mu? Zırhlı aracın zırhları aç ve yoksul insanların bakışlarına engel olur mu? Ya tecavüzlerin, işkencelerin, çığlıklarına? Bir din adamı neden zırhlı araca ihtiyaç duyar? Öldürülmeyi şehitlik sayanlar o halde neden zırhlı arabaları tercih ederler? Beyin zırhı diye bir şey var mıdır? Ya vicdan zırhı? Yoksa bu zırh dedikleri dışarıdakileri içeridekilerden korumak için midir?

SEÇİMLER BİZİ FAZLA UMUTLANDIRMAMALI.

İKTİDARLAR DEĞİŞİR AMA BAZI ŞEYLER DEĞİŞMEZ.  OYSA ASIL OLAN BAZI ŞEYLERİN DEĞİŞMESİDİR. BUNUN İÇİN DEVRİMCİ İKTİDARLAR GEREKİR. YA DA İKTİDARLARIN DEVRİMİ. Neden mi? Alın size en basitinden bir kaç neden; Örneğin bankalar.... Hükumetler değişse bile değişmeyecek bir politikaları vardır. Çalışan sınıfların para politikalarına yön verecek olması asla mümkün olamayacaktır. Örneğin enerji politikaları.. Santraller, HES'ler, doğalgaz, petrol ve diğer tüm enerji politikalarının biçimlenmesinde alt ve orta sınıf insanlarının yönlendirme etkisi olmayacak ve olamayacaktır. Keza emek-sermaye ilişkisindeki çelişkide emek esas rol üstlenemeyecektir. Yine dış politikada uluslararası sömürgeci güçlerin çizdiği yön kolaylıkla değişmeyecek ve değiştirilemeyecektir. Kamusal kaynakların kullanımı, kamunun denetiminde ve kullanımında olmayacak olamayacaktır. Tüm bunlar ters yüz değil, alt üst olmadan çok şey değişmez. Haziran seçimleri tıpkı öncelleri olan çoğu seçim gibi bir al