Kayıtlar

Mart, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

GÜVEN

Resim
En çok ihtiyacımız olan duygu ve değerlerden birisidir Güven..  Güven sözcüğü ve kavramı belki çok sözü edilen, sık telaffuz edilen bir sözcük veya kavram değil.  Ama zaten "güven" söz olarak kullanılması ve ifade edilmesi gereken değil hissedilmesi gereken bir duygu ve bir tutumdur. İnsan yaşamında hissedilebilirliği kişiyi inanılmaz derecede olumlu etkileyen bir duygu olan "güven" yaşamı rahat ve güzel kılmanın koşullarından birisidir.   Güven duyabilmek yaşarken tehlike ve olumsuzluklara karşı emin olabilmek duyusudur. Bebeklikten başlayan yaşamın her döneminde kendini daha iyi ve rahat hissedebilmenin en temel dayanağıdır.  Güvenilir olmak ise hissettiklerinin başkasına hissettirilmesidir ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde var olmanın insana yüklediği en önemli anlamlardan birisidir. "Güvendiğin birilerinin olması ve güvenilir birisi olmak"...  Kısaca demem odur ki; Aşk, meşk, arkadaşlık, mal, mülk, paye, şöhret yani sahip olduğumuz başka ne

ÇANAKKALE SAVAŞLARI BİR TRAJEDİDİR.

Resim
  Neden mi? Savaştan hemen sonraki yıllarda boğazdan geçirmediğin o gemiler ellerini kollarını sallayarak İstanbul'a geçip gittikleri için trajedidir. Neden mi? İttifak ve itilaf devletlerinin paylaşım savaşlarının elde edilmesi gereken bir lokması haline gelmiş olduğun için trajedidir. Neden mi? En kötüsü de istekli ya da isteksiz cepheye sürdüğün ve neredeyse hepsinin de öldüğü bunca insan üzerinden nemalanmayı ve varlığını daha da güçlendirmeyi düşünebildiğin için trajedidir. Neden mi? Milliyetçi damardan girip kahramanlıklar üzerinden, Dinci damardan girip kutsiyet üzerinden yürüdüğün için trajedidir. Neden mi? Savaşı sadece Osmanlı başarısı diye tanımladığın, üstelik “yedi düvele karşı” sözleriyle bir anlam yükleyip söz konusu savaşa, sözüm ona sömürgecilik ve paylaşımcılık karşıtı bir misyon yüklediğin için trajedidir. Neden mi? “Benim savaşım daha iyi ve güzel, sizin savaşınız değil”  der gibi bu ülkenin biricik anti-emperyalist savaşı olan Kurtu

TOPLUMSAL İLİŞKİLERİMİZDE "DEĞERSİZ KILMANIN” DAYANILMAZ AĞIRLIĞI...

Neredeyse herkes mutlaka bir başkası tarafından ya bir hakarete, ya bir aşağılamaya, ya da bir ötekileştirmeye uğramış durumdadır. Ya da tam tersi hepimiz olmasa bile çoğumuz bir başkasını rencide etmiş, değersizleştirme ya da önemsizleştirme davranışı sergilemiş durumdayızdır. Buradaki en önemli işleyiş ise "gücü gücü yetene" kuralsızlığının sistematiğidir. Kendinden daha güçsüz olana her şeyi yapabilirsin. Üstelik yasalarınız, yönetmelikleriniz, yönergeleriniz ve bunlara ilişkin tüm adli ve kolluk pratiğiniz de buna olanak sağlayan bir işleve sahipse durum vahim demektir. Toplumsal statüler, ekonomik zenginlikler, geleneksel ve törel kurallar, dayatmalar, devlet erkine sahip olma ve benzeri ayrıcalıkları kullanarak bir başkasını değersizleştirmeye dayalı toplumsal ilişkiler söz konusu toplumu mutsuz kılan toplumsal bir yaşama modelidir ve post-modern bir ilkelliği içinde barındır. Böylesi bir toplumun bireyleri en azından gündelik yaşamlarında yorgunluk,  isteksizlik

MUTLULUK BENCİL OLMAZ

Resim
Başkalarını mutsuz kılan insanlar kendileri de mutsuz insanlardır. Mutlu etmeye eğilimli insanlar ise ya mutlu insanlardır ya da mutlu olmaya eğilimli insanlardır. Bu bir "kalıp yargı" ya da aforizma değil, gerçeğin bizzat ta kendisidir. Kendimize dönüp baktığımızda göreceğimiz şeylerden birisi de budur. O halde mutlu kılmaya yönelik emeği işe koşmayı mutlu olmanın nedenselliği ve amacı olarak da görmemizde yarar var. "Kimi insanlar mutlu olmayı hiç hak etmiyor" meselesi ise başka bir şeydir. O bambaşka bir konudur. Mutlu olmak bir haktır. Bu çok ama çok önemli bir yaşam ilkesidir. Kendimizi mutlu kılmak, SANILDIĞI GİBİ BİREYİN SADECE KENDİSİ İÇİN BİR ŞEYLER YAPMASI VE KAZANMASI değildir. Kendimizi mutlu kılmak, KENDİMİZ DIŞINDAKİLERE KAYITSIZ KALARAK elde edilecek bir his olamaz. Yanıbaşımızdaki eş dost akraba ve hayvanlar ve doğanın varlığına saygı ve onlar için yarar sağlamaktan elde edilecek bir mutluluk asla "bencil mutluluk" olmayacaktı

İNSANLAR DİNSİZ DOĞARLAR..

YA DA YENİ DOĞANIN DİNİ YOKTUR. Onu dindar kılan ebeveynleri ve sosyal çevresidir. Bu durumda Müslüman olmayan veya İslam dinini seçmemiş olan hiç bir Hristiyan, Yahudi, Hindu, Dinsiz ve diğerleri cehenneme gidecek olamazlar, öyle değil mi? "Efendim aklı başına geldikten sonra (referans 12 yaş ve sonrası sanırım) İslamı seçip Müslüman olmayanlar için geçerlidir bu" deniyor ya.. Öyle değil işte. Eğer öyle düşünülseydi 12 yaş öncesi çocuklarına yönelik bu kadar çok yeni düzenleme yapılır mıydı? Eğitim sistemi ters yüz edilir miydi örneğin? Okulöncesi eğitimine değin girilir ve her şey tarumar edilir miydi? Demek ki; beklenmiyor, aklı başına gelsin de bir soralım denmiyor... Kendi haline bırakılmıyor kimse... Onun içindir ki, sadece din meselesi ile ilgili değil, hemen hemen her konuda bizim gibi ülkelerde, insanların yaşamlarına ilişkin olarak kendi özgür iradeleri ile seçme yeterliliği sonucu tercihlerine dayalı neredeyse hiç bir şey yoktur. Dolayısı ile insanl

ÖLÜMÜN NİMET OLARAK ÖĞRETİLMESİ VE ALGILANMASI SORUNSALI

İlkokul, ortaokul çocuklarına yönelik yönelik “Değerler Eğitimi” ve "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" ders kitaplarını ve müfredatlarını incelerseniz ölüm konusunda özetle; “Eğer ölüm güzel olmasaydı Allah en sevdiği kullarını çok uzun yaşatırdı; ölüm de bir nimettir; ağırlaşmış hayat yükünden kurtulmaktır” gibi ifadelere rastlarsınız. Burada anlatılmak istenen ölümü doğal karşılamak ve "Allah’ın verdiği  canı ondan başka kimsenin alamayacağını" anlatmak olabilir belki ama zihinsel olgunlaşması tamamlanmamış, soyut düşünme yeteneği gelişmemiş çocuklara “Ölüm güzeldir, nimettir, hayatın yükünden kurtulmaktır” gibi ifadeler ile yaklaşmak onların dünyasında ne gibi duygu fırtınaları oluşturmaktadır hiç düşünülüyor mu acaba? İlerde ölmeler ve öldürmeler sarmalında kurgulanacak bir hayat için bu tür inanç ve düşüncelerin etkisini tahayyül edebiliyor musunuz? Örneğin öldürenlerin öldürdükleri için aslında onları bu “nimet”ten yararlandırmış olduklarını düşünecek kada

HAYATA DAİR

Hayatta tercih ettiğimizi sandığımız çoğu şey aslında bize dayatılan şeylerdir. Bir çoğu da içinde bulunduğumuz sosyal sınıfın ve koşullarının bizi getirip bıraktığı yerdir. Oysa bir insan hayatını ne kadar çok kendi tercihleri ile yaşarsa, o hayat o kadar ona aittir. Dolayısıyla kendimize ait sandığımız hayatın büyük bölümü aslında bize ait değildir. Çok yazık...

KADER...

Herkes doğup geldiği yaşam koşullarının gerektirdiği bir hayatı yaşar.  İçine doğduğumuz hayatın koşulları ne kadar iyi ise o kadar güzel, ne kadar kötü ise o kadar berbat yaşarız. Kader denilen şey, insanın içinde bulunduğu sosyal sınıfın ona sunduğu ya da sunamadığı yaşam koşullarından başka bir şey değildir aslında. Onun içindir ki; çocuklara yalan söylemenin anlamı yoktur. Çocuklara doğruyu söylemek gerekir... Ki yaşam koşullarını nasıl değiştirebileceklerini ya da bazı şeyleri değiştirmenin nasıl mümkün olabileceğinin gerçekçi arayışına girsinler. Paçayı kurtarmak peşinde koşan bireylerden oluşan bir toplum yerine, hayatı daha güzel kılabilmenin toplumsal nedenlerini sorgulayan bireyler daha sağlıklıdır çünkü.