Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mutlu Olabilme Becerisi

Hayatı güzel kılmanın formülü belli; mutlu olmak... Mutlu değilsek eğer hayat, zor ve yaşanması çileli bir süreç halini alıyor. O halde ne yapıp edip mutlu kılmalıyız kendimizi... Ancak ne var ki, kendimizi mutlu kılmayı beceremediğimiz de çok açık bir gerçek… Çünkü mutlu olma becerisi bir anlamda “mutlu olma sanatı”na dönüştü… Ve bu sanat çoğu insanın becerebileceği bir şey olmaktan çıktı.. Dışarıdan dayatılan mutlu olma koşulları ya da belli normlara oturtulmuş bulunan mutlu olma meselesi, çoğu insan için ulaşılması zor bir yaşama biçimi halini almış durumda. Oysa insanın kendini mutlu kılma duygusu ve davranışı hiç de bu kadar zor bir şey olmamalıydı. Eğer insan mutlu olmayı çok başarılı olmakta aramaya karşı  direnebilseydi, ya da mutluluğu  çok zengin olmayı düşlemek demek olmadığını anlasaydı şan, şöhret, güç, sahibi olmanın ise mutluluğu getirmeyeceğini bilebilseydi eğer insan.... bu kadar mutsuz olmayacaktı kuşkusuz.  Bu “mutlu olabilme” öyle bir şey ki; başkal

INIESTA (FUTBOLCUDAN ÖTE)...

Resim
INIESTA SADECE OYNADIĞI FUTBOL İLE BÜYÜK DEĞİL... (BARCELONA DA BİR MODERN DERVİŞ) TARİH, 1 Temmuz 2012... Yer, Ukrayna... Kiev Olimpisky Stadı... Euro 2012 finalinde İspanya ile İtalya kapışıyor. Aynı anda Valencia’nın dağlık bölgesinde söndürülemeyen büyük bir yangın var. Finalde İspanya, futbol tarihinin benzersiz başarısına imza attı. 2008 Avrupa ve 2010 Dünya Şampiyonluğu’ndan sonra Euro 201 2’nin de en büyüğü oldu. Soyunma odasında büyük bir coşku var... Takım, zafer şarkılarıyla eğlenirken futbolculardan biri başka bir işle meşgul... İspanya Milli Takım teknik direktörüne giden o kişinin söyledikleri şapka çıkartılacak türden: “Benim şampiyonluk primini Valencia’daki yangından zarar gören köylülere bağışlıyorum.” Bunu dile getiren kişi, kupaya damgasını vuran Andres Iniesta... 500 bin Euro’yu yangının mağdurlarına yolladı... Iniesta’ya milli takımdan arkadaşı Raul Albiol da katıldı... “Senin için en anlamlı kupa hangisi?” sorusuna verdiği cevaba bakınız; “Afrika’daki Düny

TAKDİR EDEBİLMEK GELİŞMİŞLİKTİR.

"TAKDİR ETMEK" O KADAR ÖNEMLİ BİR DAVRANIŞTIR Kİ.... GELİŞMİŞLİĞİN VE ENTELLEKTÜEL BOYUTLARA ULAŞMIŞLIĞIN YANI SIRA,  İNSANCILLIĞIN EN ÖNEMLİ İNSAN DAVRANIŞI GÖSTERGELERİNDEN BİRİSİ OLSA GEREKTİR "TAKDİR EDEBİLME" DUYGUSU VE DAVRANIŞI.. DÜŞÜNSENİZE KAÇ KİŞİYİ TAKDİR ETTİK ŞİMDİYE DEĞİN, YA DA BİZ, KENDİMİZ HERHANGİ BİR NEDENLE KAÇ KİŞİNİN TAKDİRİNE MAZHAR OLDUK? TAKDİR ETME DUYGUSU VE BECERİSİNİN GELİŞMEMİŞLİĞİ TEMEL OLARAK KENDİSİNDEN BAŞKASINA ÖNEM VERMEMEK TEMELİNDE ŞEKİLLENMEYE BAŞLAR. SOSYAL ÖĞRENME BU ANLAMDA BİRİCİK YOLDUR. SONRASINDA ÖNEMSİZLEŞEN DEĞERLER, KAVGACI TOPLUMSAL YAPI VE GÜÇLÜ OLMA İSTEĞİ VE GÜCE TAPMA İLE SÜREGELEN "TAKDİR ETMEME" SORUNU ASLINDA BİR KİŞİLİK SORUNU OLARAK DA KARŞIMIZA ÇIKAR. BU TOPLUMSAL BİR BOZUKLUĞA KADAR GİDEN VAHİM BİR TABLO YARATIR.. OYSA, ÇOCUKLAR TAKDİR EDİLMEK İSTER, DOSTLAR, ARKADAŞLAR TAKDİR EDİLMEKTEN HOŞLANIR.. VE BİZ KENDİMİZ; TAKDİR EDİLMEKTEN PEK ALA ÇOK HAZ ALIRIZ... TAKDİR ETMEYEN BİR TOPLUMSAL YAPIDA

AVCILIK

Resim
AVCILIK;  BİR AVIN BİR DE AVLAYANIN OLDUĞU EYLEMLİLİK HALİDİR... ANCAK İNSANA ÖZGÜ AVCILIK İSE, ÇOK DAHA FARKLI BİR EYLEM BİÇİMDİR. MODERN İNSANIN AVCILIK ADIYLA SÜRDÜREGELDİĞİ EYLEMLİLİĞİ İSE ACIMASIZLIK OLARAK NİTELEMEK YETERSİZ KALABİLECEK BİR DAVRANIŞ OLARAK KARŞIMIZA ÇIKMAKTADIR. İNSANA ÖZGÜ AVCILIKTA; AV, DOĞAL DAVRANAN VE DOĞAL HALDE BULUNAN, AVLAYAN İSE, DOĞAL DAVRANMAYAN VE DOĞAL HALDE OLMAYANDIR.. BU BAĞLAMDA SON DERECE  EŞİTSİZ BİR DURUMUN VE KOŞULLARIN YARATILDIĞI AVCILIK DAVRANIŞINDA AKLIN TASARIMI OLAN "YOK ETME", AVCILIĞIN YEGANE AMACI OLMAKTADIR. ZORUNLULUK VE İHTİYAÇTAN SÖZ ETMENİN OLASI OLMADIĞI BİR YOK ETMENİN SADECE İNSANA ÖZGÜ OLDUĞUNUN EN TİPİK DAVRANIŞ BİÇİMLERİNDEN BİRİSİ DE "AVCILIK" TIR. BU HALİYLE "AVCILIK" NASIL OLUYOR DA SPOR OLUYOR... YA DA NASIL OLUYOR DA NORMAL KARŞILANIYOR?... ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.... OLSA OLSA BU İNSANIN "EN KÖTÜ" CANLI TÜRÜ OLMA ADINA SERGİLEDİĞİ DIŞAVURUMLARINDAN BİRİSİ OLSA GEREKTİR

GANDHİ'NİN BİR SÖZÜNDEN HAREKETLE "BU MEMLEKETİN İHTİYACI"...

İNSANI VAR EDEN ŞEYLER GİBİ, YOK EDEN ŞEYLER DE EVRENSELDİR…   ÖRNEĞİN GANDHİ’YE GÖRE BİZİ (İNSANI/HALKI/ULUSU) YOK EDECEK ŞEYLER ŞUNLARDIR; İLKESİZ SİYASET, VİCDANI SOLLAYAN EĞLENCE, ÇALIŞMADAN ZENGİNLİK, BİLGİLİ AMA KARAKTERSİZ İNSANLAR, AHLAKTAN YOKSUN BİR İŞ DÜNYASI, İNSAN SEVGİSİNİ ALT PLANA İTMİŞ BİLİM, ÖZVERİDEN YOKSUN BİR DİN ANLAYIŞI… GANDHİ’NİN SÖYLEMİNDEKİ EVRENSELLİĞİ EN İYİ ANLAYACAK OLAN ULUSLARDAN BİRİSİ DE BİZ OLMALIYIZ… ÇÜNKÜ BUNU İLİKLERİMİZE KADAR YAŞIYORUZ... TÜRK SİYASETİNDEKİ MAKYEVELİST VE OPORTUNİST ALIŞKANLIK, EĞLENCEDEKİ EŞİTSİZLİK, ÜRETMEDEN ZENGİN VE MİRASYEDİ TAVIR, İŞBİRLİKÇİ AYDINLAR, RANTÇI BİR İŞ ALEMİ, TOPLUMCULUKTAN, NESNELLİKTEN VE BAĞIMSIZLIKTAN UZAK BİR BİLİM DÜNYASI VE ALABİLDİĞİNE BİR DİN TÜCCARLIĞI… BU AHLAKİ VE DEĞERLER EROZYONUNUN HEPSİ ÖYLE YA DA BÖYLE BİZDE MEVCUT… VE BU MEVCUDİYET NE YAZIK Kİ GİDEREK ARTIYOR… TÜRKİYE; COĞRAFYASI, YER ALTI YER ÜSTÜ KAYNAKLARI, NÜFUSUNDAKİ DİNAMİZM POTANSİYELİ, TARİHSEL BİRİKİMİ, DENEYİMLERİ VE

GERİCİLİK AVRUPA VE AMERİKA KAYNAKLI BİR DÜZENDİR...

Indiana eyaletinden senatör adayı Cumhuriyetçi Richard Mourdock, 6 Kasım seçimlerine günler kala partinin adayı Mitt Romney’yi zor durumda bırakacak açıklamalarda bulundu.  Katıldığı bir televizyon programında sunucunun ‘tecavüz durumunda kürtaj hakkında ne düşündüğünü’ sorması üzerine Mourdock şu cevabı verdi: “Yaşam Tanrı tarafından verilmiş bir ödüldür. Bence, yaşam tecavüz gibi korkunç bir olayla başlasa bile bu Tanrı’nın olmasını takdir ettiği bir şeydir.” DİN OLGUSU, TÜM KÖTÜLÜKLERİ VE YANLIŞLARI İLAHİ BİR KADER OLARAK ALGILAMAK HALİNE GETİRİLİRSE ORADA GERİCİLİK VE YOBAZLIK BAŞLAR...  BUNUN İÇİN ORTA ASYA'YA, AFRİKA'YA VEYA ORTADOĞU'YA GİTMEYE GEREK YOK... BU GERİCİLERİN ORTAK NOKTALARI, AKIL VE AKILCI VİJDANI KULLANMAYI ASLA ÖNERMİYOR OLUŞLARIDIR.. EN ÖNEMLİSİ DE BU İNSANLARIN EN GÜÇLÜLERİNİN AMERİKA VE AVRUPA'DA YAŞIYOR OLMALARIDIR... YANİ HEM MODERN HEM DE GERİCİLİĞİ OYNARLAR... BU ANLAMDA EDEPSİZ VE AHLAKSIZDIRLAR... KİLİSELERİ VE ÖRGÜTLERİ VARDIR...

"DELİLİĞE ÖVGÜ"DEN YOLA ÇIKARAK

Erasmus yedi günde ölümsüz  eseri “Deliliğe Övgü” kitabını yazmıştır. Bilimsel içerikli onca eser vermiş olan Erasmus’un, kısacık bu taşlama eseri günümüzde milyonlarca kişi tarafından bilinir ve okunur. Peki nedir “Deliliğe Övgü” kitabını 500 yıl sonra bile okunur kılan özellik? Dönem Ortaçağ’dır. İktidarda krallar ve din adamları vardır. Bunlara yönelik düşündüğü acı gerçekleri dile getirenlerin sonu engizisyonda yargılanıp ateşe atılarak yakılmaktır. İşte bu koşullar altında Erasmus’un zekası devreye girer. Düşüncelerini, eleştiri ve alaycılığını   yarattığı kahramana, profesör “Cüppeli Deli Madam Stultitia” ya söyletir!.. Bendeniz kıssadan hisse çıkarılması için yazmadım söz konusu Erasmus ile ilgili notu...ama siz dilerseniz kıssadan hisse çıkarabilirsiniz… Benim kıssadan hissem ise; 500 yıl sonra bile DEMOKRASİ denilen rejimin ve yaşama biçiminin kurulamamış olmasının zaman ile ilgili bir mesele olmadığına ilişkindir. Ya da diğer bir söylemle insani dönüş

MUTLU OLABİLMEK

MUTLU OLABİLMEK... HAYATIN GÜZEL KILMANIN FORMÜLÜ BELLİ; MUTLU OLMAK...MUTLU DEĞİLSEK HAYAT BİZİM İÇİN ZOR VE YAŞANMASI ÇİLELİ BİR SÜREÇ OLUYOR.. BU ÇOK AÇIK VE HERKESİN MALUMU... O HALDE NE YAPIP EDİP MUTLU KILMALIYIZ KENDİMİZİ... BU "kendimizi mutlu kılma" meselesi; yaptığımız işte çok başarılı olarak,çok zengin olarak, mal mülk edinerek, şan, şöhret sahibi ya da güç ve yetki sahibi olarak edinilecek bir şey değil... Ne peki? BU ÖYLE BİR ŞEY Kİ; MUTLU OLMAK BAŞKALARININ VE SİSTEMİN BİZE EMPOZE ETTİĞİ VE DAYATTIĞI DEĞERLERE ULAŞMAYA ÇALIŞMAKLA İLGİLİ OLMADIĞI GİBİ, SALT KENDİN İÇİN BİR ŞEYİN PEŞİNDE OLMAK DA ELDE EDİLECEK BİR ŞEY DEĞİL... BU GALİBA KENDİN VE SEVDİKLERİN DIŞINDA DA BİRİLERİ YA DA BİR ŞEYLER İÇİN, "KENDİNİ İHMAL ETMEDEN" BİR ŞEYLER YAPABİLME BECERİSİ... YANİ "TOPLUMCU OLABİLME PRATİĞİ" İLGİLİ BİR ŞEY... DENEYİN BAK NASIL MUTLU OLACAKSINIZ...

YAŞAYARAK ÖĞRENMEK DEDİĞİN

YAŞAYARAK ÖĞRENMEK SANILDIĞI KADAR İYİ BİR ŞEY DEĞİLDİR... ÖĞRENDİKLERİN SADECE YAŞADIKLARINDAN İBARETSE ÖĞRETMEYE BAŞLAMADAN GİTMİŞ OLACAKSIN...   ÇOK ŞEYİ YAŞAYARAK ÖĞRENMİŞ OLMAN YARAMAYACAK HİÇ KİMSEYE...  ONUN İÇİN BİLİM OKUMAK, BİLİM SEVMEK, BİLİM BİLMEK GEREK... GİTMEDEN ÖNCE ÖĞRENDİKLERİNİ ÖĞRETMEK İÇİN ZAMANIN OLSUN DİYE...

SÖĞÜT BÜLBÜLÜ...

Resim
Küçücük bir kuş... 10 santimetre uzunluğunda ve sadece 8 gram ağırlığında.  Yaşamını ve türünün devamını sürdürebilmek için her yıl güneyden kuzeye, kuzeyden güneye mesafe tam olarak 5000 (beş bin) kilometre yol katediyor... Ya sen insanoğlu...  Ya sen zalimlerin başı, efendisi ta kendisi... Ya sen varlığı ile dünyayı kirleterek ve dönüştürerek sürekli yok eden yaratık... Sen ne yapıyorsun peki her yıl... Yaşamak ve türünü sürdürmek i çin ne yapıyorsun? Öldürmekten, kirletmekten, çalmaktan ve yok etmekten başka? Minicik bir kuş 5000 kilometre uçarken, sen neye ve ne kadar emek harcıyorsun yaşamak için?...

ACIYARAK VE VİJDAN AZABIYLA YAŞAMAMAK İÇİN YAPILACAK İKİ ŞEY...

"ACIMAK DUYGUSU" VE "VİJDAN AZABI" İNSANİ İKİ DUYGUDUR... ANCAK İNSANİ OLMASINA KARŞIN YİNE DE BU DUYGULAR İLE BERABER BİR ÖMÜR BOYU YAŞAMAK OLASI DEĞİLDİR... OLA Kİ BÖYLE BİR YAŞAM MAHKUMİYETİ, MUHTEMELDİR Kİ; İNSANIN İÇİNİ PARÇALAR VE ONU ÇÜRÜTÜR.... BU DURUMDA İKİ SEÇENEK KALIYOR İNSAN OLANA; YA ACIMAK YERİNE ACINACAK DURUMU ORTADAN KALDIRMAK... VE HATALARIMIZDAN ARINIP YAPMAMIZ GEREKENLERİ YAPARAK VİJDAN AZABINDAN KURTULMAK.... YA DA ACIDIĞIMIZ VE VİJDAN AZABI DUYMAMIZA NEDEN OLAN HER ŞEYE VE HER KİŞİYE ÖFKELENMEK, KİN BESLEMEK VE SÜREKLİ HAKLI OLMA GEREKÇELERİ ARAMAK... Kİ, KENDİMİZİ KENDİMİZE KARŞI MAĞDUR KILABİLELİM... TOPLUMSAL OLARAK SÜREKLİ BİR ÖFKE HALİ, KİNDARLIK VE SÜREKLİ HAKLI OLMA TELAŞINA DÜŞMÜŞLÜĞÜMÜZ, ACABA "ACIYARAK VE VİJDAN AZABIYLA" YAŞAMAKTAN KURTULMA BİÇİMİNİN BİR ARAYIŞI VE SONUCU OLMASIN SAKIN?

ASLINDA ÇOĞUMUZ SUÇLUDUR.. HELE HELE GÜÇ SAHİPLERİ...

Hangimiz suçlu değiliz ki... Hangimizin yazılı kurallara göre suç olmayan ama aslında ve özünde "suç" olarak değerlendirilebilecek davranışlarımız olmamıştır...  Aslında sorun "suç" denilen davranışın zamana, coğrafyaya ve elbette değişime göre izafe edilmiş göreceliğindedir. Bukowski'nin dediği gibi; "Suçlu yaptığı şeyi genellikle gizlice ya da farklı biçimde yapanların karşısında azınlıkta kalan kişi olarak da tarif edilebilir. "  Yani insanlık tarihinden bu yana çoğumuzun suçluluğunun "suçsuzluğu" aslında gerçekten suçsuz oluşumuzdan değil, suçlarımızın gizliliğinde ya da kılıfına uymuş/uydurulmuş olmasındandır..

Arkadaşlığa Dair

Bir kez bozmaya gör... Hafif de olsa bir kez dahi yaralanmış arkadaşlık ilişkileri ülsere yakalanmış mideye benzer... Her ikisi de tedavi edilebilir elbette.. Her ikisi de yaşamı sürdürmeye yeterli olacak kadar sağlığına kavuşturulabilir eğer istenirse...  Ama ne var ki her ikisi de yara almamış haldeki durumlarına bir daha asla ulaşamazlar... Yaşarken ne arkadaşına ne de vücuduna hafif de olsa yaralar açmayacaksın, Çünkü yaralar kapansa da izi kalıyor... Ne o eski günlerdeki gibi güzel bir tadın peşinde olabiliyorsun artık, ne de o eski samimi ve güzel muhabbetin...

BİR İÇ HESAPLAŞMA DAHA...

Asıl olan elbette hiç dost kaybetmemektir... Çünkü bir dostun yerine yenisi konmaz... Yeni bir dost kazanmak güzeldir elbette, ama kazandığın kaybettiğin olmayacaktır asla... Dostluk konusunda daha beter olan diğer olumsuz bir durumsa; yaşıyorken kaybettiğin dostlarının sayısının kazandığın dostların sayısını aşmasıdır ki; ellerinin arasına alıp kafanı uzun, uzun  düşünmeni gerektirir. Çünkü dost dediğin kolay kazanılmaz ama çabuk kaybedilir... Hastalıklı bir akıl tutulması gibidir dost kaybetmek.. Ve kaybetmenin muhasebesi yoktur... Ne kadar haklı olursan ol ne fark eder... Kaybetmek; kaybetmektir... Ötesi yoktur.   

ADALETSİZLİĞE İTİRAZ İÇİN GEÇMİŞİMİZLE HESAPLAŞMA

“Adaletsizliği önleyecek gücümüz olmayabilir, ama adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz bir zaman asla olmamalıdır”. (Elie Wiesel) Çoğumuz ve belki hepimizin büyük çaptaki adaletsizlikleri önleyecek bir gücümüz olmadı ve dahi olamayacak... Ama bu durum, çoğumuzun adaletsizliklere itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz bir anın ve kişiliğinin olmayacağı anlamına gelmemeli... Ve fakat bir gerçek de var ki; Böylesine ahlaki değerler ve düşünsel zenginlik ile yoğrulmuş bir karakter sahibi olabilmenin ön koşullarından birisi de insanın öncelikle aile, çevre ve mesleki yaşam sürecinde bırakınız "adaletsiz" davranışlar sergilemiş olmasını, "adaletsizliğe itiraz" etmeyi beceremediği bir anın olmamış olması ile ilgili değil midir? Çoğumuz için böylesine ahlaki değerler ile oluşturulmuş bir kişilik sahibi olma sorunumuz, tam da buralarda başlıyor işte... Düşünsenize acaba kaçımız geçmişimizde aile, çevre ve iş yaşamında; Bu benim hakkım değil lafını kullandık şimdiy

MEKAN GEOMETRİSİ...

İnsana en uygun mekanlar galiba sınırlarının insanı dürtmediği ve biçimlendirmediği mekanlar olsa gerek... Evet, evet kesinlikle öyle.... Mekansızlık bazen çok güzeldir, kabul ediyorum... Ama insanın süreğenliğinde mekansızlık diye bir şey yok... Mekansızlığın o güzelim uçarılığını, bağımsızlığını ve belki ölümsüzlüğünü bir mekanda nasıl yaşayabilirsiniz? İşte bütün mesele bu... Bu aynı zamanda o mekanı insanileştirebilme meselesidir de aynı zamanda. Mekanlar güven ihtiyacı ile yalnızlaşma ihtiyacının giderildiği yerlerdir... Genel olarak mekan denilen o kapalı geometrik alanlar "ev"lerimizdir... Duvarlar ve çatı ile sınırlandırılmış bu alanlar için insana en hoş gelen şey s ınırların olabildiğince belirsizleştirilmiş göründüğü ve  insanın üstüne, üstüne gelmeyecek bir boşluk hissidir... Ki bu his sadece bir geometrik şekil ile tasarlanmış olan mekanlara özgüdür daha çok... Bu bağlamda az duvarlı hissi veren ve bir dehlizde olmadığın duygusunun egemen olduğu mekanlar kare

KADINLARIMIZ... YİTİK İNSANLARIMIZ ...

1990’dan beri yapılan 2011 Türkiye Değerler Araştırması Sonuçlarına göre (*) ; "Bir erkeğin, birden fazla eşinin olması kabul edilebilir" cümlesine yüzde 23’lük bir oranda onayı çıkmış olması anlaşılabilir bir durum olmasa gerektir. Bu oranın 1996’da yüzde 10, 2009’da yüzde 11, ve 2011'de ise yüzde 23 şeklinde artan bir görünüm sergilemesi ise tam bir toplumsal felaket olsa gerek... 54 il ve 128 ilçede 1605 kişiyle yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilen araştırmada, kadınların yüzde 20’si erkeğin çok eşli olmasını onaylamış. “Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeyi hak ediyor” görüşüne katılanların oranı, 1996’da yüzde 19 iken 2011 bu oran yüzde 30'a çıkmış. Kadın dediğimiz öncelikle annedir. Annenin böyle düşünmesi bir felaket olsa gerek.  Anneyi yitirmeye başlamışsak geleceği yitirmeye başlamışız demektir. (*) Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Dünya Değerler Araştırması Derneği (WVSA) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in başkanl

Neden Real Madrid Değil de Barselona?

Real Madrid ile Barselona arasındaki futbol karşılaşması kollektivizm ile bencilliğin, mütevazılıkla gösterişin, centilmenlik ile kibirin mücadelesi gibidir. Bu nedenle olsa gerek bilinç altımızdan başlayan ve bilinç halimize kadar uzanan tüm işaretler bize Barselonayı gösterir hep. Tabi Barselona takımını tutuyor olmamızın başka bir nedeni daha vardır. Ve çoğumuz salt bu nedenle "azınlık bir halkın" takımına taraf olunuverilmiştir, canı gönülden bir görev hissi ile...  Oysa o da endüstriyel futbol denilen futbol sömürü dünyasının içinde yer alan bir çarktır... Ya da sömürü dünyasının futbol aktörlerinden birisidir aslına bakarsanız... Ancak buna rağmen bir şey var ki; vefa duygusu ve hümanizmanın gizli ve tozlu kalmış dehlizlerden çıkarılıp acımasız futbol dünyasında görünür kılınmasında Barselona vardır. Galiba Barselonayı diğerlerinden üstün kılan da bu olsa gerek...

BİSİKLET 1...

Resim
Bedensel etkinliğin belki de en eğlenceli olanlarından birisi... Oyun desen değil... Atletizm desen değil... Cimnastik desen değil... Ama bana sorarsanız hepsi... Yalnızken kalabalık, kalabalık iken yalnız olduğunuz, farkına varmadan kendini dinlemek durumunda kaldığınız ve tüm bunların yanı sıra kendinden uzaklaştığınız yegane araç... Bu öyle bir araç ki; minicik bir çocuğun hayallerini süsleyen bir oyuncaktan , ergenlerin fışkıran hormonlarını ıslah etmenin bir yöntemine, oradan olgun insanların ve büyümüşlerin gençlik hülyalarına sürdürebilme eylemliliği ve de yaşlıların yaşama tutunma erdemliliği... olabilen olağan üstü bir araç...  Velhasıl Bisiklet tekerleğin icadından bu yana icat edilmiş en muhteşem araç... Muhteşemliği insana ve doğaya uyumundan gelmekte muhtemelen..  İnsan ruhuna ve bedenine aynı anda bu kadar hitap edebilen başka bir icat var mıdır acaba? Bisikleti sevmek kendini ve hayatı sevmektir... Bisiklet kendinle barışık olmaktır..   

İÇ BÜKEY ANLAR...

            İnsan ruhunun iç bükey anları vardır... Öyle anlardır ki bazen kalmak istersin kendi içinde, bazende koşarcasına dışına çıkmak istersin kendinin.. Bu bilindik bir iç hesaplaşma halinden çok, orada olmayı isteme halidir nedenli ve nedensiz... Ya da kim bilir orada hiç olmamış olmayı isteme hali..... İnsanın kendisiyle baş başa kalıp "keşke böyle yapmasaydım" diye düşündüğü anlar, yaşamın en kötü anlarıdır aslında.. Çaresizliğin girdabına kapılıp, kesinkes kendini mahkum etmekten alıkoyamayacağın ve kimbilir belki de kaçmaktansa, kendini yargılayıp aklamaktan ziyade cezanı çekip bir nebze olsun huzur bulma teşebbüsüdür aslında yapmak istediğin...             Ama pek az insan bu iç bükey anlardan yaşama dair bulup çıkardığı doğruları, yaşam pratiği için kullanmaya başlar... Çünkü en zor şeydir insanın kendini değiştirmesi... Hatta bu pek mümkün de değildir... Keşke daha doğru ve dürüst yaşamayı bu iç bükey anlar sayesinde başarabilseydik...           Herkesin doğr